Ali TAŞ – TÜRKİYE

Başvuru No                   : 10250/02

Karar Tarihi                  : 22.09.2009

USUL

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (10250/02) no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşı Ali Taş’ın (başvuran) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 7 Aralık 2001 tarihinde İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde Hatay Barosu avukatlarından A.İ. Köseoğlu tarafından temsil edilmektedir.

OLAYLAR

I. DAVANIN KOŞULLARI

Başvuran 1940 doğumlu olup Berlin’de ikamet etmektedir.

Başvuran, 19 Ekim 1979 tarihinde İskenderun’un Belen ilçesinde yüzölçümü 700 m² olan bir araziyi satın almıştır. Bu edinim aynı tarihte tapu siciline kaydedilmiştir.

A. Başvuranın arazisinin ormanlık alan olarak vasıflandırılmasıyla ilgili hukuki süreç

Kadastro idaresinin 1982 yılında yürüttüğü orman kadastro çalışmaları sırasında orman alanı içine alınmış ve devletleştirilmiştir.

1988 yılında, Orman Kadastro Komisyonu (« komisyon ») 1982 yılında yapılan çalışmadan bu yana orman vasfını kaybetmiş arazileri belirlemek üzere bir aplikasyon çalışması yapmıştır. Komisyon, 19 Nisan 1988 tarihinde yayınlanan raporunda, ihtilaflı arazinin orman vasfını muhafaza ettiğini ve kamuya ait orman alanı olduğunu açıklamıştır.

Başvuran, 21 Eylül 1988 tarihinde İskenderun Kadastro Mahkemesi’nde (« kadastro mahkemesi ») ihtilaflı arazinin orman kadastro tespitine karşı dava açmış ve Komisyon’un 19 Nisan 1988 tarihli rapor sonuçlarına itiraz etmiştir.

28 Aralık 1990 tarihinde kadastro mahkemesi, başvuranın bu talebini olumlu karşılamış ve ihtilaflı arazinin ormanlık alan sınırlarının dışına çıkarılmasına hükmetmiştir. Mahkeme bu kararını, özellikle söz konusu arazinin ormanla bağlantısı bulunmadığını, özel mülkiyet konumunda olduğunu, toprak ve bitki örtüsü bakımından ormanlık vasfını kaybettiğini ve yerleşim alanı içerisinde yer aldığını belirten bilirkişi raporlarına dayanarak vermiştir.

29 Haziran 1992 tarihinde Yargıtay « taşınmazın bulunduğu yerde 1982 yılında sınırlandırma yapılıp, taşınmazın tahdit içinde kaldığı, 1988 yılında ise 2/B uygulaması yapıldığı, buna rağmen dışarı çıkarılmadığı anlaşılmıştır. 4785 sayılı Yasa ile tüm ormanlar Devletleştirilmiş, tapu ve zilyetlik yoluyla ormandan yer kazandıran 3402 sayılı Yasanın 45. Maddesinin ilgili fıkraları Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Bu yollarla ormandan toprak kazanılamayacağı gibi 6831 sayılı Yasa’nın değişik 2/B maddesine göre nitelik kaybı nedeniyle dışarı çıkarılan taşınmazların hazine adına çıkarılması zorunlu olup, gerçek kişilerin hukuki yararı ve aktif dava ehliyetinden söz edilemez.» gerekçeleri ile ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.

4 Aralık 1992 tarihinde kadastro mahkemesi, Yargıtay’ın yukarıda belirtilen kararındaki gerekçeleri aynen benimseyerek başvuranın taleplerini reddetmiştir.

28 Şubat 1994 tarihinde Yargıtay, temyiz edilen kararı onamıştır.

B. Başvuranın tazminat talebiyle ilgili hukuki süreç

Başvuran, devlet orman alanı olduğu gerekçesiyle arazisinin herhangi bir tazminat ödenmeksizin hazineye devredilmesinin mülkiyet hakkını ihlâl ettiğini ileri sürerek, 30 Ekim 1996 tarihinde Orman Bakanlığı (« Bakanlık») ve Orman Genel Müdürlüğü (« Müdürlük ») aleyhine İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi (« asliye hukuk mahkemesi ») önünde tazminat davası açmıştır.

16 Haziran 1998 tarihinde, üç uzmandan oluşan bilirkişi heyeti mahkeme tarafından istenen bilirkişi raporunu dava dosyasına eklemiştir. Bu raporda bilirkişiler, söz konusu arazinin davanın açıldığı 1996 yılındaki değerini 4 200 000 000 Türk Lirası (TRL) (olayın meydana geldiği dönemdeki karşılığı yaklaşık 43 830 Amerikan Doları (USD)) olarak belirlemişlerdir. Bilirkişiler, arazinin 28 Şubat 1983 tarihli Bakanlar Kurulu kararı gereğince imara açık bir arazi olduğunu ve yukarıda belirtilen değerin % 35 düzenleme ortaklık payı düşüldükten sonra hesaplanan yüzölçümüne tekabül ettiğini kaydetmişlerdir.

Asliye hukuk mahkemesi, 1 Haziran 1999 tarihli kararında ihtilaflı arazinin devlet orman arazisi olması dolayısıyla özel mülkiyete konu olamayacağını, ihtilaflı araziyle ilgili tapu kayıtlarının geçersiz ve hükümsüz kabul edileceğini ve son olarak başvuranın Medeni Kanun’un iyi niyetle edinimle ilgili 931. maddesinden yararlanamayacağını kaydederek, başvuranın talebini reddetmiştir. Mahkeme ayrıca, başvuranın arazinin eski sahibi hakkında Medeni Kanun’un « sebepsiz zenginleşme » ile ilgili hükümleri çerçevesinde dava açabileceğini hatırlatarak, tapu kayıtlarının orman idaresinin taraf olduğu bir dava sonucu oluşturulmadığından orman tahdit çalışmalarını yapan Bakanlık ve Müdürlükten tazminat istemekte haklı olmadığını bildirmiştir.

Yargıtay, 28 Mart 2000 tarihinde temyiz edilen kararı onamıştır.

Yargıtay ayrıca, 27 Eylül 2001 tarihinde başvuranın karar düzeltme talebini reddetmiştir.

HUKUK

I. 1 NOLU EK PROTOKOLÜN 1. MADDESİNİN İHLÂL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

Başvuran, tapusunun herhangi bir tazminat ödenmeksizin iptal edilmesi sonucunda mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkının 1 Nolu Ek Protokolün 1. maddesi anlamında orantısız bir şekilde çiğnendiğini ileri sürmektedir:

Hükümet bu iddiaya karşı çıkmaktadır.

A. Kabul edilebilirliğe ilişkin

1. AİHM’nin zaman bakımından yetkisi

Hükümet, söz konusu müdahalenin orman kadastro çalışmaları sırasında ihtilaflı arazinin devlet orman arazisi olarak vasıflandırılması suretiyle 1982 yılında yani Türkiye’nin AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini kabul ettiği 22 Ocak 1990 tarihinden önce gerçekleştirdiğini, bu nedenle başvuranın şikâyetinin zaman bakımından AİHS’nin hükümleriyle bağdaşmadığını ileri sürmektedir.

Başvurana göre, her ne kadar kadastro komisyonunun sınırlama çalışmaları 22 Ocak 1990 tarihinden önce yapılmış olsa da, tapu senedinin iptal edilmesi ve tazminat talebi davaları sırasıyla 1996 ve 2001 yıllarında yani Türkiye’nin AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini tanıdığı tarihten çok sonra sonuçlanmıştır.

AİHM, başvuranın mülkiyet hakkının elinden alınmasıyla ilgili yargılamanın 1996 yılında tamamlandığını ve tazminat talebi davasının ise 2001 yılında sonuçlandığını tespit etmektedir. AİHM’nin kanaatine göre, başvuranın mülkiyet hakkının elinden alınması ve tazminat talebinin reddedilmesi Türkiye’nin AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini tanımasından çok sonra vuku bulmuştur.

AİHM, daha önceki kararlarında buna benzer bir iddiayı reddettiğini hatırlatmaktadır (bakınız, son örnek olarak, Türkiye aleyhine Turgut ve diğerleri davası, ilgili bölüm, prg. 69-75). Sonuç olarak AİHM, Hükümetin zaman bakımından yetkisizlikle ilgili iddiasını reddetmektedir.

2. İç hukuk yollarının tüketilmemesi hakkında

Hükümet ayrıca, başvuranın iç hukuk yollarını tüketmediğini ileri sürmektedir. Bir taraftan, kadastro komisyonunun arazinin orman vasıflı olduğu yönündeki kararı, başvuranın itiraz etmemesi sonucu, 1982 yılında kesinleştiği için AİHM’den başvurunun kabul edilemez ilan edilmesini talep eden Hükümet, diğer taraftan başvuranın kendisine araziyi satan eski mülk sahibine Medeni Kanun’un sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde tazminat davası açabileceğini savunmaktadır.

Başvuran, bu argümanlara karşı çıkmakta ve 1982 yılında Almanya’da ikâmet ettiğini ve kadastro komisyonu sonuçlarının ilanının, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesi gereğince, resmi bir tebligat sonrası geçerlilik kazanacağını ileri sürmektedir. Başvuran, aynı hükmün sözkonusu komisyon sonuçlarına itiraz etmek için altı yıllık bir süre öngördüğünü ve kendisinin bu hüküm çerçevesinde itiraz hakkını kullandığını savunmaktadır.

Eski mülk sahibi aleyhine dava açma konusunda ise başvuran, ilgili şahsın araziyi iyi niyetle 1947 yılından beri elinde bulundurduğunu ve tapu senedinin başka birinin hatası yüzünden değil, kamuya ait orman alanlarıyla ilgili kanun hükümleri gereğince iptal edildiğini iddia etmektedir. Başvuran, tapu kayıtlarının tutulmasından devlet bizzat sorumlu olduğundan davayı Hazine aleyhine açtığını savunmaktadır.

AİHM, 35. maddenin 1. paragrafından ileri gelen yükümlülüğün etkili, yeterli ve ulaşılabilir iç hukuk yollarını makul şekilde kullanmakla sınırlı olduğunu hatırlatmaktadır (İtalya aleyhine Sofri ve diğerleri davası (karar), no 37235/97, CEDH 2003-VIII) Özellikle, AİHS, işlenen ihlâle karşı uygun ve müsait başvuru yollarının tüketilmesini öngörmektedir.

Bu başvuru yolları sadece teoride değil uygulamada da yeterli düzeyde emniyeti hasıl olmalıdır, aksi takdirde arzu edilen etkililik ve ulaşılabilirlikten uzak kalırlar (Türkiye aleyhine Akdivar ve diğerleri davası, 16 Eylül 1996, prg. 66, Karar ve hükümlerin derlemesi 1996-IV).

Bu durumda, AİHM, Hükümetin bu tür iç hukuk yollarının nasıl etkili, yeterli ve erişilebilir olacağını açıklamadığı kanaatine varmaktadır.

Başvuranın 1982 yılına ait kadastro komisyon sonuçlarının askıda ilanından sonra itiraz etmemesiyle ilgili olarak AİHM, kadastro komisyonu sonuçlarının başvurana doğru ve gerektiği tarzda tebliğ edildiğini gösteren herhangi bir unsur bulunmadığını hatırlatmakta ve başvuranın iç hukukta öngörülen süre içerisinde iptal davası açtığı ve talebinin zamanaşımı nedeniyle reddedilmediği hususunda Hükümetin bir itirazı olmadığını kaydetmektedir.

Eski mülk sahibi aleyhine dava açma konusunda ise AİHM, başvuranla aynı fikirde olduğunu ve tapu senedinin eski mülk sahibinin hatası yüzünden değil, ormanlık alanlarda geçerli bir tapu senedi olmasına rağmen özel kişilerin mülk sahibi olamayacaklarını öngören iç hukuk hükümlerine dayanarak iptal edildiğini kaydetmektedir.

Öte yandan AİHM, bu davada, sözkonusu taşınmazın niteliği hakkındaki kararı yıllardır bekleyen başvurana, tazminat elde edebilmek için yeniden dava açmasını istemenin uygun olmadığı kanaatindedir (bakınız Türkiye aleyhine Turgut ve diğerleri davası, ilgili bölüm, prg. 80).

Bu durumda AİHM, sözkonusu itirazı da reddetmektedir.

3. Sonuç

AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı anlamında başvurunun dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca, başka bir kabul edilemezlik gerekçesi bulunmadığını tespit eder. Bu itibarla, şikâyetin kabul edilebilir ilan edilmesi uygun olacaktır.

B. Esasa ilişkin

Bu durumda AİHM, başvuranın mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesi hakkına yapılan müdahalenin, 1 No.lu Ek Protokolün 1. maddesinin birinci bendinin ikinci cümlesi anlamında mülkiyetten «mahrum bırakma» kapsamında analiz edilmesi gerektiğini kaydetmektedir.

Ulusal mahkemeler tarafından ileri sürülen gerekçeleri göz önünde bulunduran AİHM, başvuranın mülkünden mahrum bırakılmasına gerekçe olarak gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin birinci bendinin ikinci cümlesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiği kanaatini taşımaktadır.

Bununla beraber AİHM, daha önce başvuranın şikâyetine benzer bir davaya baktığını ve bu davada 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlâl edildiğine hükmettiğini hatırlatmaktadır. AİHM bu hükmünde, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmemesi durumunda mülkten mahrum etmenin aşırı bir müdahale teşkil edeceğini ve hiçbir tazminat ödenmemesi durumunun ise 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi anlamında ancak istisnai koşullarda meşruiyet kazanabileceğini ifade etmiştir (bakınız Türkiye aleyhine Turgut ve diğerleri davası, ilgili bölüm, prg. 86-93 ve bilhassa Türkiye aleyhine Şatır davası, ilgili bölüm, prg. 34). Mevcut davada, mülkün Hazine’ye devredilmesi nedeniyle başvurana hiçbir tazminat ödenmemiştir. AİHM, Hükümetin farklı bir sonuca varmak için inandırıcı herhangi bir argüman veya delil sunmadığını kaydetmektedir (Türkiye aleyhine Turgut ve diğerleri davası, ilgili bölüm, prg. 92 ve Türkiye aleyhine Şatır davası, ilgili bölüm, prg. 34).

Bu durumda, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.

II. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA

A. Maddi tazminat

Başvuran maddi olduğu kadar manevi bakımdan da zarara uğradığını ileri sürmektedir. Başvuran maddi tazminat olarak 44.191 ABD Doları talep etmektedir. Bu meblağ 30 Ekim 1996 tarihinde açılan tazminat davasında bilirkişi heyetinin İskenderun Asliye Hukuk Mahkemesi’nin talebiyle belirlemiş olduğu 4.200.000.000 TL’ye karşılık gelmektedir.

Hükümet AİHM’yi tazminat taleplerini reddetmeye davet etmektedir. Hükümete göre, adil tatmin AİHS’nin denetim mekanizmasının temel amacını teşkil etmemekte ve başvuran talep ettiği rakamlarda ülkenin ekonomik ve sosyal gerçeklerini hesaba katmamaktadır.

AİHM, ihlalin tespit edildiği bir başvuruda Savunmacı Hükümetin ihlali gidermek ve ihlalden önceki duruma mümkün olduğunca dönülmesini sağlayacak şekilde ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmak yükümlüğünün bulunduğunu hatırlatmaktadır (Yunanistan aleyhine Iatridis davası (adil tatmin) [GC], no 31107/96, prg. 32, CEDH 2000-XI). Bir davaya taraf sözleşmeci devletlerin, prensip olarak, ihlale hükmeden bir kararın gereklerini yerine getirmek için başvuracakları yolları seçme serbestliği bulunmaktadır. Bir kararın nasıl icra edileceğine ilişkin takdir yetkisi ile sözleşmeci devletlerin, AİHS’nin temel yükümlülüğü olan “güvence altına alınan hak ve özgürlüklere saygı duyulmasını sağlama” (1. madde) yükümlülüğü ile uyumlu bir seçme hakkı kastedilmektedir. İhlalin niteliği bir restitutio in integrum’a müsaitse, bunu yerine getirmek Savunmacı Devlete düşer, zira AİHM’nin bunu bizzat yapmaya ne yetkisi ne imkânı bulunmaktadır. Buna karşılık ulusal hukuk ihlalin sonuçlarını ortadan kaldırmaya olanak tanımıyor veya ancak kısmen giderebiliyorsa, bu durumda AİHS’nin 41. maddesi AİHM’ye, mağdura uygun göreceği bir telafiyi sağlama yetkisi vermektedir (Romanya aleyhine Brumărescu davası (adil tatmin) [GC], no 28342/95, prg. 20, CEDH 2001-I).

Bununla birlikte AİHM, herhangi bir tazminatın ödenmemesi nedeniyle Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır. AİHM, mevcut davada tespit edilen ihlalin niteliğinin, restitutio in integrum ilkesiyle hareket etmeye olanak tanımadığı kanaatindedir. Böylesi bir mülkten mahrum bırakmanın yasal niteliği, zorunlu olarak Savunmacı Devletin uygun gördüğü tazminat tutarının belirlenmesinde kullanılan kıstaslara yansımaktadır. Dolayısıyla, yasal bir el koymanın doğurduğu parasal sonuçlar ile hukuk dışı yollarla gerçekleştirilen bir mülkten mahrum bırakmanın doğurduğu sonuçlar bir tutulamaz (İtalya aleyhine Scordino davası (no 1) [GC], no 36813/97, prg. 249-250, CEDH 2006-V, ve Yunanistan aleyhine Eski Yunan Kralı ve diğerleri davası [GC] (adil tatmin), no 25701/94, prg. 75, 28 Kasım 2002).

AİHM ayrıca bu konudaki benzer kararlarda aşağıdaki açıklamaları yaptığını hatırlatmaktadır (Bkz. sözü edilen Turgut vd.-Türkiye ve Şatır-Türkiye)

« Tabiatın ve ormanların ve daha genel olarak da çevrenin korunması, kamuoyunda ve dolayısıyla kamu makamları nezdinde sürekli ve desteklenen bir ilgiyle savunulan bir değerdir. Çevrenin korunmasına ilişkin mülahazalar sözkonusu olduğunda, bilhassa da devlet konuyla ilgili olarak bir yasal düzenlemeye gitmişse, ekonomik zorunluluklar ve hatta mülkiyet hakkı gibi bazı temel haklar öncelik arz etmemelidir (…)».

AİHM’in yerleşik içtihadına göre, değeriyle orantılı bir meblağ ödenmeksizin mülke el konulması, genelde orantısız bir müdahale oluşturmaktadır. Bununla birlikte, Ek 1 No’lu Protokolün 1. maddesi her zaman bedelin tamamının tazmin edileceği yönünde bir teminat sağlamamaktadır. Ayrıca, “kamu yararının” meşru amaçları da el konulan taşınmazın rayiç bedelinden daha azının tazmin edilmesini gerektirebilir (bakınız, mutatis mutandis, Birleşik Krallık aleyhine Lithgow ve diğerleri davası, 8 Temmuz 1986, prg. 121, seri A no 102, Polonya aleyhine Broniowski davası [GC], no 31443/96, prg. 182, CEDH 2004-V, ve Scordino, ilgili bölüm, prg. 95).

Bu değerlendirmeler ışığında uygun bir tazminat tutarı belirlemek için AİHM, tarafların dava dosyası kapsamında sunduğu belgeleri ve aynı zamanda konuyla ilgili edindiği tüm bilgileri dikkate alacaktır (bakınız, mutatis mutandis, Türkiye aleyhine N.A. ve diğerleri davası (adil tatmin), no 37451/97, prg. 18, 9 Ocak 2007). Daha doğrusu AİHM, başvurana ödenmesine karar verilecek tazminatı belirlemek için, ulusal yargılama sırasında oluşturulan bilirkişi raporlarının belirlediği meblağın kendisi üzerinde herhangi bir bağlayıcılığı olmadığı kanısında olsa bile anılan raporlarda varılan sonuçlara dayanılarak karar vermenin uygun olacağını değerlendirmektedir (bakınız, aynı yönde, Türkiye aleyhine Kozacıoğlu davası [GC], no 2334/03, prg. 85, CEDH 2009-…).

AİHM bu bağlamda, başvuranın mahkemenin tayin ettiği bilirkişilerin hazırladığı bir bilirkişi raporunu sunduğunu not etmektedir. Bu rapora göre, 30 Ekim 1996 tarihinde taşınmazın değeri 4.200.000.000 TL (yaklaşık 34.530 Euro) olarak belirlenmiştir.

İhtilaflı müdahalenin gözettiği kamu yararının meşru amacı da dahil tüm bu unsurları göz önüne alan ve hakkaniyete uygun olarak karar vermeye özen gösteren AİHM, maddi zararlarının karşılığı olarak başvurana 30.000 Euro tutarında bir tazminat verilmesinin ve bu meblağa uygulanabilecek her tür verginin bu tutar üzerine ilave edilmesinin makul olacağı sonucuna varmaktadır.

B. Manevi tazminat

Başvuran 6.000 ABD Doları manevi tazminat talep etmektedir. Hükümet bu miktarın ödenmemesi gerektiğini savunmaktadır.

Mevcut davanın koşulları göz önüne alındığında AİHM, ihlal tespitinin uygun bir tazmin oluşturduğuna itibar etmektedir (Bkz, a contrario, Belvedere Alberghiera S.r.l.-İtalya (adil tatmin), başvuru no: 31524/96, 30 Ekim 2003)

C. Gecikme faizi

AİHM, gecikme faizinin Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi faizlerine uyguladığı orana üç puanlık bir artış eklenerek belirlenmesine hükmetmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,

1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;

2. Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine;

3. a) AİHS’nin 44 / 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, miktara yansıtılabilecek her türlü vergi ve masraflarla birlikte, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden TL’ye çevrilmek üzere Savunmacı Hükümet tarafından başvurana maddi tazminat için 30.000 (otuz bin) Euro ödenmesine;

b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapıldığı tarihe kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;

4. Adil tatmine ilişkin diğer taleplerin reddine;

KARAR VERMİŞTİR.

About the Author

You may also like these

%d blogcu bunu beğendi: